31 Mart 2011 Perşembe

motivasyon

motive olabilmek için son birkaç sabahtır aynaya bakarken fikrine kıymet verdiğim bir başka kişiymişim gibi davranıp kendime şunları söylüyorum. isterseniz kullanın ama tüm riskleri sizin sorumluluğunuzdadır.

"unutma, hiç kimse seni sevmiyor. etrafındaki herkes senden daha zeki ve başarılı. çocukça hareketlerine gülüyorlar, çünkü yanlarında kendilerinden daha aptal birisinin olmasından mutlular. arkadaş edinebilmekten çok uzaksın. es kaza arkadaş edinir gibi olsan, bir şekilde eline yüzüne bulaştıracaksın. hiçbiri seni aramayacak. yeryüzünün gördüğü en büyük hayal kırıklığısın. hayal kırıklığı olduğundan daha da korkaksın ve bu yüzden birazdan dışarı çıkıp mutlu olmaya çalışacaksın. yerinde olsam bir kurşunla yahut başka bir şekilde hêba ettiğim bu hayata son verirdim. ama sen yeteri kadar korkak olmayı bile beceremiyorsun.

şimdi gülümse ve dışarı çık."

27 Mart 2011 Pazar

merhaba sevgili okuyan, sizinle yatmış mıydık?

kaybedenler kulübü...

radyo programının yapıldığı yıllar dolayısıyla (96-2001 arası oluyor yanılmıyorsam aşağı yukarı) dinleyemedim. kadıköy duvarlarındaki "pompaya devam" stencilleri sayesinde haberdar oldum desem yeridir. zira programın içeriğiyle ilgili ilk kez o gün bir şeyler duydum.

ne yalan söyleyeyim, ilk başta "insanların içinde yaşayan ergeni okşayarak mest eden, bundan da para kazanan" insanların yaptığı bir program diye düşündüm. gururla söylüyorum ki yanılmışım ve yanılmaktan da bu kadar mutlu olduğum başka bir şey oldu mu hatırlayamıyorum.

yanıldığımı, ilk önce eski programların kayıtlarını dinlediğimde anladım. programda iki tane harika sesli adam, anlamsızca bir şeylerden bahsederek, ruhuma tarifsiz bir mutluluk veriyordu. çok fazla da dinleyemedim eski kayıtları, ama gerek de yoktu.

sonra bir de itüsözlük özel yayınını dinledim. orada kaan çaydamlı ve mete avunduk'un yanında nejat işler ve yiğit özşener de vardı. içmekten sızacak duruma gelene kadar da bu iki ünlünün varlığından dolayı program eski kaybedenler kulübü gibi de olmadı. ne zaman ki kaan en sonda sazı aldı eline ve niçin filmin "tedirginlikle" sunulduğunu anlayıverdik hepimiz.

yanıldığımı tam ve kesin olarak anladığım son ibare de kaan çaydamlı'nın altıkırkbeş için neler ifade ettiğiyidi. bu yazının sonunda eskiden bloga girdiğim iki yazının linkini paylaşacağım. o yazılar altıkırkbeş yayınlarından çıkmış olan kitapların künyesinde yazılı olan kısa yazılardır onlar. ilk lise yılımdan beri hayran olduğum yazılar...

nihayet, bugün filme gidebildim. günlerdir katlanarak artan beklentilerimden ötürü "hayal kırıklığı yaşar mıyım acaba?" diye korksam da film tüm beklentilerimi aştı ve rahat bir soluk aldım. kaybedenler kulübü, kaybedenler kulübünü öylesine iyi anlatıyordu ki sanki ben yıllardır o insanlarla berabermişim gibi hissettim. altıkırkbeş'ten bahsedildikçe heyecan duydum. salonda ayağa kalkıp "o 125 tane satılan camera lucida'dan bir tanesini ben aldım." diye bağırmak istedim. kadıköy'deki beşiktaş iskelesi gibi tanıdık yerleri görmek bana inanılmaz bir keyif verdi.

beğeniyor oluşumdan da öte, bu filmin iyi bir film olduğu da su götürmez bir gerçek. ben bir sinema öğrencisi olarak gayet açık biçimde söyleyebilirim ki, ben böyle bir film çekebilmeyi istiyorum. daha azını değil, daha fazlasında da gözüm yok. hikayenin harika olmasının yanında güzel de kurgusuyla keyiften dört köşe oldum ve öyle çıktım salondan.

neyse, son olarak bir de bahsetmek istediğim şey var ki o da altıkırkbeş yayınlarından çıkan "kaybedenler kulübü -filmin öyküsü-" kitabı. kitabın arka kapağında bu kitabın filmin öyküsünü anlatan ilk kitap olduğu vurgulanıyor ve sşnema öğrencileri ve amatör filmciler için de bir yol gösterici olduğu vurgulanıyor. kitap filmle ve kaybedenler kulübüyle alakalı pek çok isimle yapılan röportajlarla başalyıp ardından senaryo, yönetmenin çekim notları ve çizimler, müzik, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni kısımlarıyla devam edip post prodüksiyon kısmıyla sona eriyor. henüz tamamını okumasam da göz gezdirdiğim kadarıyla derslerde okutulacak kadar da başarılı. yani dilime altıkırkbeşi dolamış olmaktan da gurur duyuyorum.

neyse işte sevgili okuyan, böyleyken böyle. şimdi yukarda bahsettiğim yazıların linkini koyacağım. ama yazıyı bitirmeden de eklemek istiyorum ki bu adamlar (mete ve kaan) yazdığım her kelimede yakalamak için kıçımı yırttığım tarzı daha ben altı yaşımdayken radyo programlarında yakalamış adamlar. sonra da o harika programlardan da tam yapmak isteyebileceğim gibi bir film yapmışlar. ne diyeyim, küfür ederek bitirmeye el vermiyor gönlüm öyle saygı duyuyorum size... aşk olsun diyeyim, aşk olsun...

altıkırkbeş künye notları:
http://theplacethatisformyhead.blogspot.com/2011/01/altkrkbes-yaynlar-kunye-alt-notlar-1.html
http://theplacethatisformyhead.blogspot.com/2011/01/altkrkbes-yaynlar-kunye-alt-notlar-2.html

21 Mart 2011 Pazartesi

logos spermaticos -6-

bu beni kahrediyor olsa da bazı şeyleri zerre umursamıyorum. ne yapayım? böyle işte. her şeyi istiyorum ben, her şeyi. ama seni istemiyorum. çok acı ve beni de bu kahrediyor.

kısa mesaj olayı gey işi. çok zorda kalmadıkça atmayın. çok zorda da kalmayın. beni de zor durumda bırakmayın. kısaca, kullanmayın.

hayatta bir şeyi çok istedim. sonra onu alamayınca, her şeyi istemeye başladım. siz sandınız ki değer verdiğim ya da saygı duyduğum bir şeyler var. doğrudur. vardır. ama onların ne olduğunu anlayamazsınız. dallamalığın lüzumu yok.

saygı falan dedim aklıma geldi. hayranlık duymayı, saygı duymaya tercih ederim.

insanlarla ilişkimde bir önkabulüm vardır. karşımdakinin her şeyi bildiği varsayımıyla hareket ederim. ben de hiçbir halt bilmeyen bir insanımdır. okuduğumdan, gördüğümden, duyduğumdan bağımısız olarak varsayılan ayarım buymuş gibi. böyle olunca hâlâ bildiğini ispata kalkan olunca, tutup sikesim geliyor.

bazen ağrı dağın eteğinden uçan güvercini yakalayıp sikesim geliyor.

bazen her şeyin suçlusu benmişim gibi hissediyorum. hayvanlar gibi üzülüyorum. biraz da kasıtlı olarak, kendime eziyet ediyorum.

tam şu anda espace francophone'un pek sevimli fransız görevlisiyle yazışıyorum. fransızcamdan bir kez daha utandım. hay siksinler beni.

"bu devirde herkes hep ben der, kimi gönülden kalender. yaşam dediğin böyle işte, altını şer incisi ker."

geleceğim için hep karamsarım. bunu dile getirdiğimde de insanlar hep tersini söylüyorlar. ama şu bir gerçek ki, insanlar bir sikimden anlamıyorlar. ben çok büyük bir hayal kırıklığıyım.

insan hem ağzı bozuk hem de nazik olabilir. canlı ispatı da benim.

bir de bernard shaw abi "bir işi yapabilen adam oturur o işi yapar, yapamayan kişi ise o işi öğretmeye çalışır." demiş. ne iyi demiş. ayrıca herkesin çogacayip sinemacı olduğu memlekette bir boka giriştik ama hadi bakalım...

ben çok mutsuzum.

esen kalın.