logos etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
logos etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Eylül 2014 Pazar

logos spermaticos -22-

"hayatınızda olmayan insanlara değil, hayatında olmadığınız insanlara bir bakın. kendinizi daha iyi tanıyacaksınız."

bir kez olsun rutini kırmaya teşebbüs etmemiş bir insanın, hayatındaki monotonluktan şikayet etmeye hakkı yok. telefonun ahizesini (gerçi ahizeli telefon kalmadı, benimkisi laf...) kaldırmaya zamanı ve cesareti olmayanın, özlemeye hakkı yok. günden güne yalnızlaşmasına karşın gitme demeyenin, yalnızlıktan şikayet etme hakkı yok.

böyle bir insanın yapabildiği tek şey var, insanlara bir adım geriden bakmak ve hayatlarını izlemek. neyse ki yaşadığımız bugünlerde bunu mümkün kılan çok sayıda araç gereç de var.

kendinize acımaktan vakit bulur da insanların hayatlarına gerçekten bakacak olursanız göreceğiniz şey size kendinizle ilgili de çok şey anlatabilir. 

insanların hayatlarına bakın. içerisinde sizin olmadığınız resimlerin renkleri daha canlı ise, arkada çalan müziği, ağaçların kokusunu duyuyorsanız bu size ne anlatıyor? "ben de orada olabilirdim" diyerek kendinizi kandırabilen insanlardansanız, sizin için mutlu olabilirim; ancak içten içe ikimiz de biliyoruz ki orada değiliz, bir başka günde orada olmayı da tercih etmeyeceğiz.

dolayısıyla hayatında olmadığınız insanlara bir bakın. orada olmayışınızın yarattığı fark, ne kadar sefil ruhlara sahip olduğumuzu anlatacak.

20 Şubat 2014 Perşembe

logos spermaticos -21-

birkaç ay evvel kendi başlattığım bir blog ile eleştiri yazmak konusundaki deneyimimi arttırmak üzere bir girişimde bulundum. yola çıkış amacımı ne zaman unuttum bilmiyorum, ancak bu eylemim ardı ardına fırsatlar doğurdu ve çok zaman geçmeden multiplayer'a yazmaya başladım. ardından da henüz çok başında olsa da indieregandi geldi.
tüm bu zaman zarfı içinde edindiğim çok kıymetli bir tecrübe oldu. eleştiriyi doğru, haklı ve sert yapmayan bir eleştirmen; olsa olsa bir pr'cıdır. (pr dediğim de halkla ilişkilerin ecnebicesinin kısaltması, nasıl oldu da kullanmaya alıştım aklım almıyor ya neyse bu başka bir yazının konusu)

"ambrose bierce olayım derken, fark etmeden ayşe özyılmazel olmak..."

inceleme ile eleştiri niye iki farklı tür gibi algılanıyor bilmiyorum. ancak eleştirinin arkasında dimdik duran kelimeler, ona incelemeden çok daha ulvi bir anlam yüklüyor. dolayısıyla oldum olası, çok büyük oldukları algısını yaratmış ve bununla beraber bir şekilde de büyümeyi başarmış şirketlerin avukatlığını yapan ibnelerden olmadığım için eleştirinin merkezinden çok da uzak olmamam gerekiyor.(sözüm sana ea, yolun yol değil, böyle devam edersen, bu oyuncu kitlesi tahtını siker haberin olsun.)

her neyse. dönüp yazdıklarıma baktığım zaman memnun olmadığımı fark ettim. fark etmek de iyi oldu, bundan şikayetim yok.

öte yandan hayatımdan memnun olmadığım da bir gerçek. yaptığımdan tatmin olamama hissini yeniden yaşıyorum. üzerine ihtiyaç içerisinde olduğum zamanlar da ekleniyor. maddi, manevi...

ilerleme  içgüdüsü bu olsa gerek. dün ne yaptığımızın hiçbir önemi yok; yarın ne yapacağımız bizi rahatlatan...

1 Mayıs 2013 Çarşamba

logos spermaticos -20-

bir insanın cehaletine yıllar boyu göz yumuyor olmamın sebebini düşünüyorum son bir haftadır. bulabildiğim en mantıklı sebep, bunca zaman boyunca bu insanın cehaletinden herhangi bir zarar görmüyor oluşum. bu bir nevi "bana dokunmayan yılan bin yaşasın." anlayışı, pek tabi iyi bir şey değil. görüldüğü üzere, tam "kendimi kurtardım." derken gelip yine başıma dert olabiliyor.

çok önceden bu tavrı takınmalıydım. gerçi ne değişirdi?

aptal bir insana aptal olduğunu, cahil bir insana cahil olduğunu bir şekilde anlatabilir/gösterebilirsiniz. ama hem aptal hem de cahil bir insana bunu nasıl anlatabilirsiniz?

mezun oldum, olucam. az kaldı. bundan sonra ne olacağına dair ise en küçük bir fikrim yok... ne istediğime dair bir fikrim de yok. yalnızca bir şeyden eminim, o da uykumu kaçırmayı beceren tipte insanlarla muhatap olmayacağım bir yerde olmak istediğim. benim gibi bir insana bahşedilemeyeceğini bildiğim bir dilek bu.

bir kaç güne de ales'e giricem. her kuşu siktim bir leylek kaldı çünkü, yüksek lisans yapayım diyorum. öss'ye girdiğim günden beri, yuvarlak doldurmak konusunda başarılı olduğumu düşünmeme rağmen duvara toslayacakmışım gibi bir his var içimde. pek de önemsemiyorum aslında bu durumu, çünkü durup düşündüğümde tüm bu çabalarımın, bataklığa saplanmış, çırpınan bir adamın çabalarından farksız olduğunu görüyorum.

"geçmişte yaşayamazsınız." diyen adama kafam girsin.

ben şarköy'ü terk ettiğim -lafın gelişi terk ettiğim diyorum, çünkü şarköy'ü asla terk edemezsiniz.- günden beri  az biraz geçmişte yaşıyorum.

burada eklemeliyim, ben, 2 ay gibi bir süre içinde aynı insanla üç kere tanışıp tanıştığımı unutabilen bir insanım. hangi hikayeyi kime anlattığımı unutup defalarca aynı hikayeyi anlatmışlığım, defalarca "anlatınca komik olmadı" pozisyonuna düşmüşlüğüm falan var. bu unutkanlıkların hepsinde de samimiyim. nedendir bilinmez, unutuyorum.

ancak hatırlayabileceğim kadar eskiyi, geçmişimi hatırlıyorum. ilkokuldan beri arkadaşlarımı, tanıştığım insanları, -hepsi olmasa da- pek çok olayı... insanları iyi olarak, olaylardan da iyi olanları... (zaten kim kötü anıları hatırlar ki?)

belki bir kahkahayı, belki bir derdi paylaşmış olduğum her bir insanı; hatırlayınca bazen gülümseten, bazen utanç veren bütün anılarımı hatırlıyorum.

o günlerden sonra hiç güzel günüm olmamış gibi konuştum, tabiki öyle değil. evimden ayrı geçirdiğim günlerde de harika insanlarla tanıştım, pek çok yeni şeyi tecrübe ettim. ancak insan şöyle bir durup da geriye baktığında, en güzel günlerinin geride kalanlar olduğunu görüyor.

hayat garip,
bir o kadar da acımasız,
ve güzel.

16 Şubat 2013 Cumartesi

logos spermaticos -19-

herkesin "neşeli, muzır" diye öve öve bitiremediği bir çocuk var içinde. benim içimdeki çocuk ise bugün intihara meyilli bir sefil haline geldiğim için bana öfkeli.

"tüm bunları yapanlara dur demediğiniz için siz de suçlusunuz!" diyen çok bilmiş gebeşler, şöyle kallavi bir "siktir" yemeyi hak ediyorlar. çünkü ben, herhangi bir eylemimle etki etmediğim şeyler yüzünden suçluluk hissetmeyi reddediyorum.

insanoğlunun hırsı, kendi türünden olanları sefalete sürüklüyor. açlık, yoksulluk ve çaresizlik... tüm bunlar, her türlü insanlık suçunu işleyip de toplumlar tarafından "kahraman" ilan edilmeyi yine de becerebilen insanların armağanı. açgözlülük yüzünden, doğanın dengesiyle oynamak insanların duygularıyla oynamak kadar kolay. hâlâ fosil yakıtlara bağımlıyız. bir önceki jenerasyon "milenyum"da uçan arabaların hayallerini kurarlarken bugün "teknolojik gelişmeler" iphonelardan, tabletlerden ibaret.

dünyanın bugün geldiği noktaya gelmesinden zerre sorumlu olmadığım kadar, en ufak bir suçluluk duymuyorum.

bu bir sosyal sorumluluk ya da farkındalık yaratma yazısı değil. "sen ne yaptın?" sorusuna vereceğim yanıt "bunların hiçbirini yapmadım." olabilir. "yaptığım her yanlışın sorumluluğunu ve suçluluğunu üstleniyorum" da diyebilirim. ancak her halükarda, kendi doğru bildiği, bir ütopyanın özelliklerini yansıtan insanların, beni daha fazla suçlu hissettirmesine müsaade etmeyeceğim.

her gün, bir öncekinden karanlık. durum böyleyken, sorumlu olmadığım ve engel olamayacağım şeyler yüzünden suçlu hissetmek en son ihtiyaç duyduğum şey.

ikinci dünya savaşının karanlık atmosferinde "sizler yeni bir gün doğumunu bekleyebilirsiniz, benim buna gücüm kalmadı..." diyerek intihar eden stefan zweig'a umutsuzluğundan ötürü kızan pek çok kişi vardır. ben kendisine kızmıyorum.

17 Kasım 2012 Cumartesi

logos spermaticos -18-

uzun süredir geldiğim yer dışında bir yeri evim olarak benimseyemedim ve şimdi geldiğim yer, artık evim değil.

parçası olmakta güçlük çektiğim bir yaşamın ardından, geldiğim yere dönmek ve orayı yeniden evim yapmak hevesindeyim.

ancak, sanıyorum ki bu artık mümkün değil.

5 Kasım 2012 Pazartesi

logos spermaticos -17-

günler geçiyor, benim frekansım zamanınkiyle tutmuyor.

çok yorgunum. salt fiziksel yorgunluk değil bu, zihinsel olarak da yorgunum. yirmi iki yaşımda adamım, 55 yaşımdaymışım gibi yorgunum.

"bu yaşlarda oluyor öyle" diyenler oluyor, sözel yollardan küfretmesem de bakışlarımdan anlıyorlar siktir çektiğimi de konu uzamıyor.

tüm hevesim kırıldı, özgüvenim sarsıldı, insanlarla iletişim kurma yeteneğim sıfırdan sıfırın altnıa düştü. insanlardan korkmaya başladım, konuşurken daha sık kekeliyorum, cümlelerimin bir kısmını içimden söylüyorum, kimsenin anlam veremediği şeyleri daha sık söyler oldum, anlaşılmayan şeyleri açıklamaya üşeniyorum. tek başıma olmayı daha çok tercih eder oldum, okula giderken birisine rastlayacağım da beraber yürüyeceğiz diye ödüm kopuyor.

kilo aldım, yastığımda daha çok dökülmüş saç buluyorum, kambur duruyorum, yürürken/ motordayken/ otobüsteyken sürekli yere bakıyorum. bir iş yapmak bir yana, a noktasından b noktasına gidecek enerjiyi bulamıyorum. daha çok uyumak istiyorum.

büyüdüğüm yere dönesim, minimum insan etkileşimiyle yaşayıp gidesim var.

18 Ekim 2012 Perşembe

logos spermaticos -16-

eşek kadar adam oldum, çocukluğumdaki gibi oturup ağlayasımın geldiği günler oluyor.

kendim için, zaman zaman kapıldığım geçici ruh halleri dışında zaten umudum yoktu; ancak nasıl oldu da böyle açmazlar içinde bulduk kendimizi, bazen merak ediyorum.

zihnimi toparlayabildiğim günlerde -ki ilkokul yıllarımdan birine denk gelir- fark etmiştim ki etrafımdaki her insan, muazzam birer insandı. kendimi aşağı hissettiğimden değil, bu insanların gerçekten harika olduğuna inandığımdan...

ne kadar küçük olduğumuzu anlamak için, her zaman öylesi yükseklere çıkmanıza gerek yok.

sevdiğim, sevmediğim, tanıdığım, beni tanımayan her bir insan... öyle ya da böyle muhakkak bir konuda öylesine harikaydılar ki zaman zaman onlara karşı duyduğum hayranlık, kendim için dahi umuda kapılmama neden oluyordu.

hayatımın her döneminde, bir şekilde yolumun kesiştiği, her bir insan, -belki ben hariç- hiçbir istisna olmaksızın...

peki sonra ne oldu? bir şekilde, bizi harika yapan her şey törpülendi ve normalleştik. bu mükemmel insanların bir çoğuyla yollarımız ayrıldı, bir kısmıysa hâlâ etrafımda.

herkesin malumu olan konular bir yana, ben ise yirmi iki yaşımda, yani herkesin anlamını çözeli hayli yıl olduğu yaşta, üniversitedeki bir ihtimal son yılımda, ne konuşulduğunu anlamadığım bir derste bunları yazıyorum.

öylesine harika çocuklardık... nasıl oldu da yaşlandıkça ufaldık?

15 Ağustos 2012 Çarşamba

logos spermaticos -15-

insanı ve ona dair her şeyi gördükçe, içimdeki en temel içgüdü kendime döndü.

intihar fikri olmasa, kendimi çoktan öldürmüş olurdum 

benim yaşımdaki biri insanın, mütemadiyen ölümü düşünerek yaşıyor olması kimilerine şairane, kimilerine trajik geliyor olabilir. banaysa hiç adil değilmiş gibi geliyor.

kendinden nefret ettiğin, utancın benliğini sardığı hayatın (ki aslında tüm hayatların) sonunda ölüm olması insana huzur veriyor. her şeyin nasıl biteceğini çok iyi biliyorsun da o noktaya nasıl gelineceğini merak ediyorsun işte.

insan bazen ağız ishaline tutulmuş insanlara maruz kalmamak, durduk yere mutsuz olmamak istiyor insan. tüm bu meselelerden sorumlu yüce varlık ve onun minionları bunu çok görüyor bazen.

halbuki değil.

17 Haziran 2012 Pazar

logos spermaticos -13-

yararlı işler yapmak konusundaki çabalarım nihayete erdiğine göre, fildişi kuleme çekilmekte bir sakınca görmüyorum.

abiler demişler ki: "life is a game, so you'd better learn how to play it".

şimdi bir konuyu açıklığa kavuşturayım. hayat hakikaten bir oyun olsaydı adil olmayan, sürekli aleyhe işleyen, sinir bozucu ve sıkıcı bir oyun olurdu.

kuralları nedir? kim koymuştur? kim uygular? oyuncuları kimdir? hiçbiri belli değil.

sen de kalkmışsın diyorsun "nasıl oynandığını öğren..."...  e ebenin amı! bu oyunsa, ben oynamıyorum, oynamayacağım. oynayın aranızda, bana yer yok diye de üzülmüyorum.

bak henüz "kazanmak"tan bahsetmiyorum bile. o konseptle işim epey zaman evvel bitti zaten.

babalar günüymüş ya la bugün?

babalar günüymüş bugün, muhtemelen babamın haberi yok. benim de uyandırmaya hiç niyetim yok zaten.

yalnız içten içe tırsıyorum haberimin olmadığı bir çocuk arayacak da babalar günümü kutlayacak diye. pek ihtimal vermiyorum tabi, ama olur mu olur. bir kulağımın arkası kaldı zira...

ayrıca ihtiyaç halinde, fırsat ve imkan bulunuyorsa vazektomi yerinde bir karar.

14 Mart 2012 Çarşamba

logos spermaticos -12-

"insanlara ne kadar muhtaç olursam, onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu."


kürk mantolu madonna, kendini nasıl bir fildişi kulesine kapatmış bir yazarın kaleminden çıkmıştır bilmiyorum. ancak, kaçamadığım bir gerçek var ki o da bu hikayenin okudukça daha tanıdık bir hâl almasıdır.

"dünya'nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir..."

henüz başlarında, anlaşılmayı arzulayan okuyucusunu kucaklayarak sonuna kadar öyle ya da böyle onun hayatından bir kesite mutlaka yer vererek bunu da işte kaçamadığım bu gerçek dahilinde sayfadan sayfaya tanıdık bir hale gelerek; nihayetinde okuyanına anlatmak istediğinden daha fazlasını anlatıyor bu roman.

"şimdi ben gidiyorum, fakat ne zaman çağırırsan gelirim."

20 Şubat 2012 Pazartesi

logos spermaticos -11-

fanilerle aynı topraklara basmayı reddettiğim şu günlerde, zaman hızlı geçiyor.

"baktın dibe gidiyorsun, devam et."

winston churchill ile bir benzerliğim varsa şayet, bu benzerlik kesinlikle puroya olan bir düşkünlük ya da politik zeka değildir. herhangi bir benzerlik olduğundan da şüpheliyim. ancak pek alakamın olmadığı ve tarihsel kişiliği de dahil pek siklemediğim bu adamın bu sözüne destek çıkabilirim.

rüzgarın tersine dönmesi, birkaç dakikayı dahi almıyor. bir hafta öncesine kadar hezeyanlarla dolu küçük (?) karamsar kafamın içindeki umutsuzluk, yerini mutluluğa bırakıyor. neyse ki mutluluk hormonlarını hiçbir bünyenin uzun süre salgılayamayacağını bilecek kadar gerçekçi olduğumdan ötürü, problemim kendi kendini çözüyor. o kadar çok zaman olmuş ki, mutlu olduktan sonra ne oluyordu onu unutmuşum.

"ağır kan kaybıyız..."


fakat inatçılığımızdan ötürüdür ölemeyişimiz. bazen içimizde durduk yere beliren ümit, küçük bir kız çocuğu olarak vücut bulsa; nefesini kesecek kadar sıkı sıkı sarılasım gelir. hiç hazzetmiyormuş gibi göründüğüm; fakat içten içe çok sevdiğim insanlar gibi...

ayrıca ikinci dönem başladı. hayır, sızlanacak değilim; fakat pazartesi günlerimi piç eden zihniyete kakayım...

12 Şubat 2012 Pazar

logos spermaticos -10-

aklıma okan bayülgen'in yanına kendisi gibi malumatfuruş bir iki adam alıp yaptığı "çek bakalım" programı geldi. birbirinden dallama youtube videolarının "kısa film" adı altında pazarlandığı bu sikimsonik programa yapılabilecek adam akıllı bir eleştiri düşünemiyorum bile. bu adamlar ve "yarışmacıları", göt kadar bir odada hasbelkader çekilen ne idüğü belirsiz kısa filmler, yaptığı filmi varoluşçu zırvalarla saatlerce anlatan  tipler beni bir üzerine bir gelecek kurmaya çalıştığım her şeyden soğuttu.

"bugün akademiyi kapasalar, akademisyenlerin çoğu limon bile satamaz..."

pek zamandır sahip olduğum bir fikri açığa vurmamak adına kendimi frenliyorum. hayır, sebebi fikri duyanların düşüneceklerinden çekiniyor olmam değil. sadece bu gerçeği yüksek sesle söylediğim zaman benim canımın sıkılması. şu bir gerçek ki bugün akademiyi kapasalar, akademisyenlerin çoğu limon bile satamaz...

tenzih edilecek çok fazla istisna var elbetteki. ancak büyük bir çoğunluğu akademi içinde zevzeklik yapmaktan başka bir şey yapmamış insanlardan oluşan bu akademisyen tayfasının yetersizlikleri yüzünden çekilen acılar son bulmayacak.

her alanda suya sabuna elini sürmeksizin, yapılan hiçbir şeyi beğenmeyen ve bunu yaparken de hiçbir mantığa dayalı argüman sunamayan bu insan topluluğu beni hem kaygılandırıyor hem de bana ümit veriyor. kaygılanıyorum, çünkü bu insanların elinden bir şey öğrenmemiz bekleniyor. ne öğrenebilirim? kıymet bilmez, bir şey beğenmez bir insan olmayı mı? ümit veriyor, çünkü böyle insanlarla dolu akademilerde bir bilgi birikimine eriştiğim gün kendime çok rahat yer edinebileceğimi düşünüyorum.

çevremde söz vermeyen ya da karar vermeyen adam olarak biliniyor olabilirim. "söz vermeyeyim ama gelirim" lafı şu aralar en sık kullandığım laf olabilir. durduk yere niye söz vereyim? özellikle de o sözü tutamayacaksam...

"...inatla kapalı cama toslayan sinek olarak beckett efendiye bir çift lafım olurdu."

şu günlerde hayatımın metaforu, olsa olsa kapalı camdan çıkmaya çalışan sinek olurdu herhalde. e tabi inatla kapalı cama toslayan sinek olarak beckett efendiye bir çift lafım olurdu. fakat kendisine doğan cevap hakkını kullanamayacağı ve kendisinin de yaşadıkları/yazdıkları düşünüldüğünde bu bir çift lafı söylememeyi uygun görüyorum. ne joyce ile ne de bir başka irlandalı ile sürtüşmek istemem.

316 kelime yazı yazdım bir sefer bile "siktir git" demedim.

17 Aralık 2011 Cumartesi

logos spermaticos -9-

eskişehir yolundayken düşünmek için epey vaktim oldu -gerçekten, epey vaktim oldu.-. aklıma bir ara formspringten sorulmuş olan ama bir başkasına sinirli olduğumdan yanıtlamadığım soru geldi. malum, sike sürmeye aklı olmayan insanlar, işgal girişimindeydiler o aralar. her neyse, soru aşağı yukarı şöyleydi: "hayatında yapıyor olduğun kötü bir şey ve de iyi bir şey?". tam olarak soru da değilmiş aslında.

bunu soran sevgili anonim dostum, eğer bunu okuyorsan ne âlâ, okumuyorsan da güzel sormuşsun teşekkür ederim.

yaşamak ile meşgulken yaptığım pek çok kötü şey var; ancak bir tanesi var ki onu yaptığım iyi bir şeyi söylerken de yapacağım: büyük büyük kelimeler kullanmak. küçük zihinlerin yönettiği bir dünyada yaşıyoruz, sözlerin değil eylemlerin değerli olduğu bir dünyada yaşıyoruz ve kelimelerin oldukça ucuz olduğu bir dünyada yaşıyoruz falan filan... yine de durmayı beceremiyorum.

şimdi yine büyük büyük kelimelerle, büyük büyük laflar ettiğim yere geldik. -ki pişmanlık da duymayacağım- hayatımda yapıyor olduğum iyi bir şey de yapmak istediğimi yapmak istediğim biçimde ve hissederek yapıyor olmam. pek çoğunuz biliyor ki sinema televizyon eğitimi alıyorum, e bu bloglar da malumunuz...

yaptığım iyi şeyler; fakat iyi mi yapıyorum bilmiyorum. yine de bu yaptıklarımı bir heyecan ile yapıyorum. bir şey yazıyorsam onu hissediyorum. beni sevindiren, üzen, kızdıran, erekte eden şeyleri buldum ve yazarken gülüyorum, ağlıyorum, sövüyorum ve erekte oluyorum. bu duygulardan hiçbirini duymadığım konularda, zaten eyleme geçmek için bir çaba sarf etmiyorum. bir gün, fikri mülkünü sahiplenebilme küstahlığını gösterebileceğim bir film çekilirse de işte içinde tüm bu hislerin oluşturduğu bir silsile olacaktır.

bir bok öğrenemediğim, şu kısa yaşamımda yapıyor olduğum, yapacak olduğum ve yaptığım iyi şey de budur.

5 Aralık 2011 Pazartesi

logos spermaticos -8-

bu yazı epey geç kaldı. yazı yazmaya dahi erindiğim günler geçiyor, yazık.

gelecekten ümitli olmak konusunda -her insan gibi- sıkıntılar yaşıyorum. buna karşın, bu ümitsizliğimin yersiz olduğunu ve en olumsuz senaryomun tam aksinin gerçekleşeceğini iddia eden insan sayısı da azımsayamayacağım kadar çok. bir kere şu bir gerçek ki, benim parlak bir geleceğim olmayacak. ihtimal dahilindedir ki bu küçük dünyanın hengamesinde yitip gideceğim. hoş buna sevinenler de olacaktır. ama asıl çaresiz kaldığım nokta, bunu sevdiğim insanlara anlatamıyor olmam. anlatamıyorum, çünkü sevdiğim insanlar iyi yanlarımı görüp, öne çıkarıp inanmıyorlar benim bu gerçeğime. bu davranışlarından şikayetçi de sayılmam gerçi şu da bir gerçek ki onların bu tutumu beni mutlu ediyor, ilerleme gücü veriyor; ancak bir yandan da böylesi bir inanç içindeki insanları hayal kırıklığına uğratma fikri gelip ilişiyor aklımın bir köşesine. tüm bunları benim sesimden okuyorsanız, işte tam burada çok acıklı geliyor olmalı sesim. neyse...

bu dünyada, kimi insanlar var ki ağız ishalinin en şiddetlisinden muzdaripler. öyle ki ağızlarını açtıklarında etrafa yayılan pis koku, çok uzaklardan gelip dayanıyor burnunuza. bu kişiler bundan haberdar dahi değiller, kaldı ki biliyor olsalar da minicik egolarının tatmin edilmesiyle aldıkları haz sayesinde; utanan yerleri, işlevini çoktan kaybetmiş durumda. söylemekte sakınca görmedikleri sözlerine, kimsenin kulak asmamasını umut etmekten başka bir şey gelmiyor elimden.

tüm bunların arasında bir de facebook blog yazılarını içe aktarma servisini kullanımdan kaldırmış. böylece kafamdaki "yahu benim bu yazdıklarım niye facebook'a aktarılmıyor?" sorusu yanıt bulmuş oldu. ama sana iki çift lafım var facebook efendi. kullanışlı oluşuna inandığım bu servisini kaldırman sonrası benim yapmaktan keyif aldığım işe ket vurman, benden başka kimsenin umurunda değil biliyorum. ama ayıp lan, sanki yeteri kadar biçimsiz bir iş yapmıyormuşum gibi bir de böyle engeller koyman sana yakışıyor mu? bu ayıbı telafi edeceğini de düşünüyorum bir yandan. yoksa "eski facebooku geri istiyen bir milyon kişi bulurum" grubuna katılacağım, haberin olsun.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

logos spermaticos -7-

onca zaman duyulan öfke, bir gecede yok oluyor ve ardından durulan denizde yüzen bir tekne bile yok. bir şeyler yapmak için fazla öfkeli olduğun onca zaman önüne çıkan fırsatlar, bir işe koyulabileceğin anda ortaya çıkmıyorlar. bunu gülemeyecek kadar komik buluyorum.

ben vaktiyle çok kötü şiirler yazdım. ama çok kötü şeylerdi onlar. aynen böyle, iki sefer üst üste "şiir" diyemeyeceğim şeylerdi. birisi görse eğer, derdimi anlatamayacağım çirkinlikte şeyler, hasiktir.

sonra dedim ki hiç karıştırmayayım cümlenin ögelerinin yerlerini. kurallı ve yan yana yazılmış cümlelerle anlatayım, ne anlatmak istiyorsam. bir evvelki rezilliğe kıyasla daha okunur şeyler çıktı ortaya. bir umut, sevdiğim başka bir şeyle kıyaslayayım dedim. onu da çok uzun yapmadım. ilkin, başka bir şeylerle kıyasladığımda okunur görünen şeye, başka bir şeyle karşılaştırdığımda, ben dahi katlanamıyordum. işte "yazar" kelimesini; ancak "yazmak" eylemini geniş zamana göre çekerek kullanabileceğimi ve asla bir mesleki ünvan olarak kullanamayacağımı anladım.

bu bahsettiklerimin olduğu tarihleri doğrusal bir zaman çizgisinin üzerine yerleştiremem. ben edebiyatta, sinemada, felsefede, sosyolojide, psikolojide ve dahi insanlıkta boyumun ölçüsünü bundan çok uzun zaman evvel aldım. işte ben o zamanlardan bu zamanlara, araya yerleştirilmiş kısacık bir zaman diliminde "benden bir bok olmayacağı" hükmüne vardım.

o gün -hangi gündür bilinmez- bugündür, fikrim değişmedi. değişmez...

21 Mart 2011 Pazartesi

logos spermaticos -6-

bu beni kahrediyor olsa da bazı şeyleri zerre umursamıyorum. ne yapayım? böyle işte. her şeyi istiyorum ben, her şeyi. ama seni istemiyorum. çok acı ve beni de bu kahrediyor.

kısa mesaj olayı gey işi. çok zorda kalmadıkça atmayın. çok zorda da kalmayın. beni de zor durumda bırakmayın. kısaca, kullanmayın.

hayatta bir şeyi çok istedim. sonra onu alamayınca, her şeyi istemeye başladım. siz sandınız ki değer verdiğim ya da saygı duyduğum bir şeyler var. doğrudur. vardır. ama onların ne olduğunu anlayamazsınız. dallamalığın lüzumu yok.

saygı falan dedim aklıma geldi. hayranlık duymayı, saygı duymaya tercih ederim.

insanlarla ilişkimde bir önkabulüm vardır. karşımdakinin her şeyi bildiği varsayımıyla hareket ederim. ben de hiçbir halt bilmeyen bir insanımdır. okuduğumdan, gördüğümden, duyduğumdan bağımısız olarak varsayılan ayarım buymuş gibi. böyle olunca hâlâ bildiğini ispata kalkan olunca, tutup sikesim geliyor.

bazen ağrı dağın eteğinden uçan güvercini yakalayıp sikesim geliyor.

bazen her şeyin suçlusu benmişim gibi hissediyorum. hayvanlar gibi üzülüyorum. biraz da kasıtlı olarak, kendime eziyet ediyorum.

tam şu anda espace francophone'un pek sevimli fransız görevlisiyle yazışıyorum. fransızcamdan bir kez daha utandım. hay siksinler beni.

"bu devirde herkes hep ben der, kimi gönülden kalender. yaşam dediğin böyle işte, altını şer incisi ker."

geleceğim için hep karamsarım. bunu dile getirdiğimde de insanlar hep tersini söylüyorlar. ama şu bir gerçek ki, insanlar bir sikimden anlamıyorlar. ben çok büyük bir hayal kırıklığıyım.

insan hem ağzı bozuk hem de nazik olabilir. canlı ispatı da benim.

bir de bernard shaw abi "bir işi yapabilen adam oturur o işi yapar, yapamayan kişi ise o işi öğretmeye çalışır." demiş. ne iyi demiş. ayrıca herkesin çogacayip sinemacı olduğu memlekette bir boka giriştik ama hadi bakalım...

ben çok mutsuzum.

esen kalın.

27 Aralık 2010 Pazartesi

logos spermaticos -5-

bugün başlasa dünya yanmaya, sönsün diye tükürmem bile. elime fırsat geçmişse şayet, kibriti ben çakmış bile olabilirim.

her şeyin sonunu görmeyi istiyorum. her şeyin parçalara ayrıldığını, birer birer tüm tuğlaların döküldüğünü ve her bir insanın ve dahi kendimin yok oluşunu izlemeyi... hayır, çok fazla nietzsche okuduğumdan ya da fight club izlediğimden değil. yaşamanın getirdiği tüm kaygılardan, geleceğin yüklediği sorumluluklardan ve geçmişin tüm karanlığından kendimi kurtarabilmek için.

geleceğin omuzlarıma yüklediği sorumluluklar olmasaydı eğer, bugün benim için okumak zorunda olduğum bir okul olmayacaktı. bir okul yoksa, endişelenilecek sınavlar da olmazdı kezâ başarılı olma kaygısı da... bana endişeden başka bir şey vermeyen bu kurumun varlığını sürdürmesi için neden çaba göstereyim?

bu noktada "okul olmasa nabıcaktın?" diye gelmeyin, kalbinizi kırarım.

insan sosyal bir varlık olabilir, saygı duyarım; ancak şu da bir gerçek ki sosyal olduğu kadar da yalnız bir varlık. yine de ortak etme çabasına girdik insanları bu yalnızlığa. yargıladılar, kalbimizi kırdılar, istifade ettiler... kendimi ayrı tutmuyorum, hayır. bundan dolayı da ben kendim gibi olanlarla ilişkilerimi mahvetmek istiyorum. binlerce kelime ile kurulmuş ilişkileri, birkaç kelimeyle yıkmayı istiyorum.

"bir diğeri olmadan yaşayamaz insan." yalanıyla kandırıldık. ben bugün tüm bu yaptıklarından ötürü suçlu olan insanlara ihtiyaç duymuyorum. hiçbirine... tamam, belki bir tanesine...

sonra greenpeace'miş, unicef'miş... hiçbirinin söylediklerini zerre umursamıyorum. azıcık dahi güvenmiyorum. üçüncü köprü için kesilecek ağaçlar umrumda değil. sizinkinin kaç santim olduğu konusunda hiçbir merakım yok. belki bir insanın diğerine yaptığı işkenceye bir ilgim olabilir, ama o da yalnızca daha fazla yok olmasını istememe sebep oluyor her şeyin.

iğneyi kendime batırmıyorum, ama çuvaldızı başkasından da sakınmıyorum. peşin peşin kabul ediyorum, "sizde kötü olan ne buluyorsam, ben de iki kere o var.". tartışmayı kabul etmiyorum. sorularınıza cevap vermiyorum. ben, hepinizden daha aşağıyım.

yarın, her şeye rağmen sabah uyanabilir ve bundan da keyif alabilirim. alacağım. ne olsa, istediğim gibi bir dünyada yaşayamayacağım.

yine de bu dünyada da kendi dünyamda yaşadığım gibi yaşamaya çalışacağım. insan olmak ne demekse benim için, ona yaraşır biçimde... kiminiz sevmeyecekiniz beni, aranızda istemeyeceksiniz, kızacaksınız, saçma bulacaksınız, isimler takacaksınız, umursamayacak, ciddiye almayacaksınız...

aksine inanmadığım sürece, en kötüsünü söyleyeceğim.

ve yarın yine aranızda yürüyeceğim.

4 Aralık 2010 Cumartesi

logos spermaticos -4-

anlamıyorum. ne denir size, ne anlatılır bilmiyorum.

kabul, hiç becerikli olamadım meramımı anlatmakta. yine de anlamıyorum neden böyle acımasızca anlatmak zorundasınız, bir yere sahip olamadığımı böyle şekillenmiş bu dünyada.

19 Kasım 2010 Cuma

logos spermaticos -3-

herkes bir şeyler bulup dolduruyor içindeki boşluğu...

kimisi seyahat ediyor, kimisi tutkuyla bağlanıyor işine, kimisi seviyor, kimisi içiyor ve kimisi de vesaire...

ben doldurmuyorum. içimdeki boşluk, bir zamanlar orada olan artık orada olmadığı için var. ama ne olsa, o boşluk hâlâ orada olmayana ait...