26 Haziran 2010 Cumartesi

logos spermaticos -1-

boğazımda düğümleniyor kelimeler. söylemekten geçtim, onu zaten beceremiyorum. yazamıyorum, işte ondan dem vuruyorum.

yazarken bile üşengecim, kısa kısa yazıp bitireyim istiyorum. kısa kısa yazıp, kendimi kendime anlatayım istiyorum. bu aralar onu bile beceremiyorum. bir kere daha anlıyorum, ben yazamadığımda ne hissettiğimi de bilemiyorum. işte bu yüzden yazamadığımda, kendimi de bilemiyorum. mutlu muyum, mutsuz muyum, acı mı çekiyorum, heyecanlı mıyım...

ne garip, insanın davranışlarını anlamlandıramaması. "neden?" diye sorsan (ki bu soruya cevap bulmak konusunda çok beceriksiz olduğum alenen ortadadır.) "bilmiyorum" diyeceğim ve bu da hiç inandırıcı bir cevap olmayacak; fakat kendime de verbileceğim bir cevabım yok.

basit zevkleri olan bir adamın, böyle anlaması zor duyguları olmamalı. ruhsuz olduğumu hiçbir zaman kabul etmem, ama hiçbir şey hissetmiyorsam da bunun aksini nasıl ispat ederim? insan belki üzgündür, belki mutludur, belki bıkmıştır, belki heveslidir... bunlardan birisi olmalıdır.

bense en başından beri inkar etmediğim gibi hiçbir şeyim. başarılı olduğumu düşündüğüm şeyle uğraşmaktan hiç vazgeçmedim; fakat hiçbir zaman kendini kanıtlama çabasına da düşmedim. böyle olduğu kadar karşıma kendimi kanıtlama fırsatı da çıkmadı zaten. pekâlâ, durum böyle olunca da hayatta hayallerinden ve kendini mutlu etmek için bulduğu uğraşlarından başka bir şeyi olmayan bir adam olarak kaldım.

bir şeye takıldım mıydı, hayatıma devam etmemekte ısrar ettim. kendimi terbiye etmek için takıntılar yarattım ve bunlardan beslendim. hissederek söylediklerimden dönmemek için büyük çaba harcadım. pişman mıyım? hayır, ancak her söylediğimin de arkasında durmayabilirim bugün. nitekim söylediklerim, düşündüklerim gibi değişebilir. değişecektir. dün bir şey söylediysem, yarın aksini de söyleyebilirim. kendi kanaatimce (fikirlerimin değişebildiğini biliyor olmamdan hareketle) bir şeyleri tartışmak için uygun bir adam olduğum kanısında oldum. fikrini değiştirme ihtimali olmayan bir insanla tartışmak mantıksız, ahmaklık gibi geliyor.

hassiktir. lafa başlarken bunları konuşmak amacında değildim. kendime anlatacağım şeylerin kendi geçmişimden başka bir şey olmadığını anlıyorum buradan. anlıyorum, anlıyorum da bugün hangi duygular içerisindeyim? hâlâ bilmiyorum.

eyvah! kendimi kendime anlatmakta bile güçlük çekiyorum. demektir ki günden güne daha niteliksiz yazıyorum, bu vesileyle de olmak istemediğim tarzda bir insan olmaya bir adım daha yaklaşıyorum...

7 Haziran 2010 Pazartesi

yeter

zor kere zor günler...

her insan gibi benim de geldiğimde dengemin bozulduğu bir nokta var. şu an, o noktanın da çok çok ötesindeyim ve hayatın ne kadar ibne olduğunun anlaşıldığı anları ardı ardına yaşamaktayım.

kodumun dersleri fransızca ve koca sene boyunca bir halt anlamadım. hal böyleyken finaller daha bir beter oldu. ne zaman güzel bir şey olacak olsa, vazgeçiyor olmaktan. hayat her zamanki gibi gardımı kaldırmaya fırsat vermeksizin tokatlayıp duruyor.

annem bile eve geldiğimi görüp, kapının otomatiğine basmadı. halbuki anahtarımı çıkarmaya uğraşmasam bile biraz olsun ruh halimi toplayabilirdim.

pek tatsız bir şaka gibi geçip gidiyor günler. arada her şeyden uzaklaşmayı becerebildiğim günler de oldu şükür ki...

neyse işte, sıkıntılara gark oldum...

"geçer" bana gelsin, neyzen tevfik'ten...