25 Mart 2012 Pazar

Orhun İçin Diablo 3 Bağış Fonu

Evet, bu ciddi bir mesele. 15 Mayısa kadar toplanması gereken miktar 60 Euro.

Yapacağınız bağışlar karşılığında elinize hiçbir şey geçmeyecek. Size engelliler adına gazete vermeyeceğim. Zorla Atatürk kartpostalı da tutuşturmayacağım. Size teklif edebileceğim tek şey, Diablo 3'te arkadaş listeme ekleyip beraber inferno'da ölebilmektir. Belki bir de karakterlerimin isimlerini sizin seçeceğiniz isimler yapabilirim. Ama hepsi bu.

Aşağıdaki "Donate" linkine tıklayarak, Paypal hesabınız üzerinden yapacağınız her miktarda bağış kabul edilir.

Not: Sizi seviyorum.

sahibinden satılık, kelepir ruh

bu dünyaya ait bir şeylerde büyük bir yanlışlık var.

nihayetinde, her birimiz ruhumuzun ederi konusunda şeytanla oturup, enine boyuna pazarlık yapabilecek duruma geliyoruz. sizi, ruhunuzu, özel kılan bir şeyler varsa ne mutlu size, oldukça iyi bir teklif alabilirsiniz. ancak beni özel kılan bir şey yok, bu yüzden alacağım her teklife tenezzül edebilirim. korkarım ki her bir köşesinden kırpılmış bir teklif bile, ucuza gidiyormuşum gibi hissettirmez.

ruh pazarlığına girmemdeki sebep, tembel olmam değil (yani en azından sadece o değil), aksine ya yapmak istediğim şeylerin para etmemesi ya da para eden şeyleri de benim yapmak istememem. aynı dertten muzdarip olduğum insan sayısının da epey fazla olduğundan eminim. insanın onuruna aykırı olmayan bir iş bulabilmek epey güç şu günlerde.

günü birlik çalışıp kazanılacak 50-60 lira için daha sonraları utanacağım şeyler yapabilirim. bu dünyayla alakalı yanlış olan şey de belki de bu.

burada geçirilecek 20 huzurlu sene için, ebedi bir ızdırabı göze alabiliyorum.

15 Mart 2012 Perşembe

zigzag

hayatımda bir şeyden ölesiye nefret ediyorum. o da zorla bir şey yazmak. zorunda olduğumuz için yaptığımız bunca şey varken, sevdiğimiz bir şeyi zorla yapmak durumunda kalmamız, insan denen mahlukun ruhuna nefret tohumunu atıveriyor. bunu da bugünlerde sıkça yaşıyorum.

derken, aynı asrın farklı uçlarında da olsa aynı gün doğduğum adamın yazdığı muhteşem bir kitabı bitirmenin verdiği ruhsal hazzı yaşayıp uzun bir güne ivme kazandırmayı becerebildim. her yüzyılda bir kürk mantolu madonna yazılsa ya da en azından bir önceki yüzyılda yazılanı her insan okusa, bugün ne bir kadın kalır ruhunun incelikleri keşfedilmemiş ne de bir adam kalır sevmeyi beceremeyen.

derken, tek bir günü kendime ayıracak olsam nasıl bir bedeviyim ki kutup ayılarına denk gelmek için çöle bile düşmeme gerek olmadığını öğreniyorum.

sonra, neyse ki bir güzel haber skoru eşitliyordu ki bazen tam da ihtiyacı olan şey bu insanın. bir güzel haber, bir ortak sevinç.

üstüne de son dakika golü bir güzel haber daha ve bu uzun günün sonunda eşitlik lehime bozuldu, âlâ...

bugün şanslıydım, ancak afedersiniz ama 90+3'te gelen şampiyonluğun ben ta amına koyayım.

fakat yine de, onlar ne güzel gollerdi be.

14 Mart 2012 Çarşamba

logos spermaticos -12-

"insanlara ne kadar muhtaç olursam, onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu."


kürk mantolu madonna, kendini nasıl bir fildişi kulesine kapatmış bir yazarın kaleminden çıkmıştır bilmiyorum. ancak, kaçamadığım bir gerçek var ki o da bu hikayenin okudukça daha tanıdık bir hâl almasıdır.

"dünya'nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir..."

henüz başlarında, anlaşılmayı arzulayan okuyucusunu kucaklayarak sonuna kadar öyle ya da böyle onun hayatından bir kesite mutlaka yer vererek bunu da işte kaçamadığım bu gerçek dahilinde sayfadan sayfaya tanıdık bir hale gelerek; nihayetinde okuyanına anlatmak istediğinden daha fazlasını anlatıyor bu roman.

"şimdi ben gidiyorum, fakat ne zaman çağırırsan gelirim."

4 Mart 2012 Pazar

"rome knows the value of her own"

"my name is caius martius corialanus"


corialanus, benim nazarımda yapılmış en iyi shakespeare uyarlaması olabilir. ralph fiennes'i tebrik etmek lazım. zira ilk trailerı izlediğimden bu yana oluşan büyük beklentilerimi fazlasıyla karşıladı. gerçi içten içe keşke sabretseydim de dvd kalitesinde izleseydim diyorum. bir de keşke altyazı bekleseydim. ağır ingilizce ve garip aksan eklenince anlamak için birkaç kere izlediğim sahneler oldu. merak eden varsa bekleyin derim.

"yiğit özşener "yayınlanmış oyunun var mı?" diye sordu. zik gibi kalakaldım."


dersler arasında deliler gibi boş vaktim olduğundan ne yapacağımı bilemiyorum. geçen perşembe şans eseri yiğit özşener söyleşisi vardı da hadi ona gideyim dedim. bir ara "bir şeyler yazıyor musunuz?" diye sorunca boşta bulundum elimi kaldırdım. döndü "film?" diye sordu. ben de "film, radyo oyunu..." diyip sıyrıldığımı düşündüm. panik atağın eşiğinden döndüğüm saniye, herhalde radyo oyunu dememi enteresan buldu ki "yayınlanmış bir oyunun var mı?" diye soruverdi.

o an adama külliyatını anlatamazsın tabi. tek cümleyle yanıt vermek lazım ve artık o cevabı oradaki 200 kişiye vermenin de getirdiği bir "kendini mal pozisyonuna sokmama isteği" var... "malesef," diyebildim, "genelde ders kapsamında falan...". neyse ki daha çok üstüme gelmedi.

"n'acayip okul lan, boğaz manzarası vapurlar falan..."


ne zamandır diyeceğim, demeyeyim diyorum... lan insanlar belgesellerindeki röportajları siyah bir bez önüne adamı oturtup yaparlar, bizim ise ders için yaptığımız belgeselden "arkadaki raflar niye boş?" diye puan kırılır. kullanmaya müsait tek yeri anca uygun pozisyona getirmişiz, mekanı da mı biz döşeyelim?

insert küfür here.