13 Kasım 2011 Pazar

social interaction 101

çirkin bir insan olarak doğmakla, güzel bir insan olmayı doğuştan ıskalamış biri olarak; içimde sebepsiz yere durmaksızın büyüyen bir öfke yüzünden de iyi bir insan olmayı ıskalamak istemedim. bu yüzdendir ki huzur bulmanın kıymetini -göreceli olarak- en iyi ben biliyorum.

yani diyeceğim odur ki, aradığım huzuru hangi eylemde, nerede ya da kimde buluyorsam tam olarak da orada bulunuyorum. hangi koşulda olursa olsun, çok basit bir şeyi bile yapmamak bana huzur veriyorsa, yapmıyorum. kendimi tanırken fark etmekte geç kaldığım bir şeydir, iç huzurumun pek çok şeyden daha önemli olduğu gerçeği.

ferit edgü


hayli zamandır bir kitabı aklımın köşesinde "okunacaklar listem"de durur. ama öyle, ama böyle nihayet edindim ve okumaya başladım "işte deniz, maria"yı.

daha henüz "öykülerden önce birkaç sözcük"te "evladım sana diyorum" şaplağını yediğimde kendime okkalı bir sövdüm. takdir edilecek güzel şeyler bulmakta zorluk çektiğim zamanlar olurken, nasıl oldu da ben böylesine güzel bir şeyi bu kadar uzun süre erteledim?

henüz ilk öyküyü okurken ikinci tokadı da yediğimde, bir şeyi çok iyi anladım ki ferit edgü bir yazar. (bu noktada harika, müthiş gibi bir sıfat eklemeye gerek duymuyorum zira "yazar" başlı başına bir methiyedir.) bizimki gibi okur-yazar oranının okur-yazar-anlamaz oranına oldukça yakın olduğu toplumlarda, ya siktir et kime anlatıyorum?

6 Kasım 2011 Pazar

55 fiction

tarifsiz biz özlem içerisindeyim. emrah serbes yazmış ya "sahici bir sarsıntı, sahte bir dengeden iyidir." diye. haklıymış, bunu anladım.

insanların zayıflığına karşı sahte bir denge kurmuş, intiharın temeline anlayamadığımı iddia ettiğim bir takım duyguları oturtmuştum, ne acı...

güzel olan her şeyi takdir ettiğimi, her fırsatta dile getirmişimdir. bazen güzel bir kitabı, rafın başında ayakta dikilip uzun uzadıya okuyarak; bazen sevdiğim bir şarkıyı çalan yetenekli müzisyeni, durup dinleyerek; bazen de güzel bir kadını, güçlü bir ereksiyon haliyle beğenimi kendimce belli ettim.

şimdi bir mevsim öncesini ve ona dair güzel olan ne varsa her şeyi deli gibi özlüyorum. insan sahip olduğunun değerini kaybedince anlar derler ya, yalan. insan, sahip olduğunu özlemeye başlayınca değerini anlıyor. tek ve gerçek evimi özlüyorum. sevdiğim insanları özlüyorum. güzel olan ne varsa her birini ayrı ayrı özlüyorum.

yazar, hikayesini anlatır; iyi yazar, hikayesini güzel anlatır; gerçek yazar, hikayesini güzel ve hiç uzatmadan anlatır. hemingway'in, ferit edgü'nün ve nicelerinin gücü buradan geliyor diye inanıyorum. kimi zaman dört kimi zaman altı kelime yeterliydi ne istiyorlarsa onu anlatmak için. benim de içimde, aynısını yapabilmek için, hiç tatmin olmayan bir istek var.

ecnebilerin dilinde "55 fiction" dedikleri bir şey var. türkçe'ye "kısa kısa hikaye" diye çevrilebilir diyeceğim ama korkuyorum çünkü tam doğru olmayabilir. lüzumsuz yere hataya düşmeyeyim. ne biçim bir şey bu 55 fiction? bir hikaye düşünün ki en fazla 55 kelime içersin, bunun dışında başlığı en fazla 7 kelime olabilsin, bir veya daha fazla karakteri olsun ve serim, düğüm, çözüm bölümlerinden bir ya da daha fazlasını barındırsın.

arada sırada bunları yazıp heyecanlanmak, çok hoşuma gidiyor. böyle böyle, genç yaşta geberip gideceğim değil mi?