17 Haziran 2011 Cuma

eskiyi "eski" yapan sensin, internet...

galatasaray üniversitesi'nde iletişim okuyorum. lisans düzeyine geçtim geçeli kafama vura vura soktukları mc.luhan ile manuel castells ile geçiyor günlerim. facebook makaleleri, twitter analizleri...

21. yüzyılın en tehlikeli hastalığı, internet. tam bu noktada bunu gözden kaçırıyoruz. tamamen serbest bırakırsan, insanlar bu kadar yararlı bir şeyi dahi kendilerine zarar vermek için kullanabilirler. sansür koyar, kontrolünü ele geçirirsen dünya tarihinin görüp görebileceği en güçlü diktatör dahi olabilirsin. ama bir dakika, o kadar derin mevzulara girmeyeceğim, sığ adamım ben.

"The internet was supposed to set us free, democratize us, but all it's really given us is Howard Dean's aborted candidacy and 24 hour a day access to kiddie porn."

uyuşturucu bağımlısı bir insana, uyuşturucunun ne kadar zararlı bir şey olduğunu kabul ettirebilir misin? bugün, milyonlarca insan farkında bile olmaksızın internet bağımlısı. dolayısıyla da internetin her gün bizden neler götürdüğünün farkında değilsin.

eskiden günlükler vardı. günlük tutmuyorsan ders defterlerinin arasına falan yazardın. bir top a4 kağıt, nerede daha ucuz bilirdin. saçmalasan dahi o kağıt ziyan olmazdı; çocukken uçak yapardın, ergenken bir kibrit ile yakardın, biraz sorumluluk bilinci geliştirdiğinde kağıt çöpüne atardın, yetişkinken de yırtıp atardın.

şimdi blog yazıyorsun. hayır, bu yazıyı blogda yayınlayarak ironi yapıyor değilim, blogların varlığından şikayetçi de değilim. -ne de olsa ben de bir internet bağımlısıyım.- blog iyidir. ancak blogu yazmayı bile doğru dürüst yapmıyorsun. 2008'de gönderilmiş dört gönderiden sonra bırakılmış bir sürü blog var. blog yazmayı bırakanları sevmiyorum. hele şu noktada "ergen kız blogu" var ki tanrı hepimizi onun şerrinden korusun.

"People... they don't write anymore, they blog."

internet... eskiyi çok fazla değiştirdi ve bunu da çok hızlı yaptı. eski moda yöntemler iyiydi. -bunu da sürekli "90'larda çocuk olmak" nostaljisi embesilliğiyle anlıyorsun zaten.- eskisi gibi yazmıyorsun, arkadaşlıklar eskisi gibi değil, eğlence anlayışın değişti, insanlarla iletişimin eskisi gibi değil.

internet, eskiye dair ne varsa hepsini aldı ve değiştirdi. onları daha güzel mi yaptı? veya daha mı kötü? karar veremiyorum, ancak kesinlikle değiştirdi.

15 Haziran 2011 Çarşamba

amat'tan

"Süleyman Reis kıç omuzluktan görünen kayalıklara baktıktan sonra hafifçe eğildi. Ellerini dizinin üstüne koydu. Koskoca bir denizi yutmaya hazır bir dev gibi ağzını açtı. Derin bir nefes alırken ciğerlerini sanki fırtınayla doldurmuştu. Derken, tam karşıdan uğul uğul uğuldayarak esen rüzgâra doğru öyle bir bağırdı ki, sesi gök gürültüsünü bile basıtrdı:

"Ey rüzgâr! Dur artık dur!"

Bu ses, dehşete düşen denizcileri bile sağır edecek kadar şiddetliydi. Herkesin umudunu kaybettiği o anda beklenmedik bir şey oldu ve rüzgâr diniverdi. Fırtına söndü. Deniz yatıştı. Hava sakinleşti. Sadece şaşıran ve umutlanan denizcilerin yüzü değil, aynı zamanda gökyüzü de aydınlandı. Bulutların arasından güneş göründü. Her şey sanki bir anda değişti. Yaşlı bir denizci sevinçle, Kur'an-ı Kerim'den şu âyeti okudu:

"Kasırga gibi esen rüzgârı Süleyman'ın emrine verdik!"

O andan başlayarak kendisinden nefret edilmesine rağmen Süleyman'ı her denizci rüzg+arın efendisi bilecek ve yedi iklim dört bucakta zincirlerinden boşanan tam otuz altı ayrı rüzgârın tekmil-i birden olanca şiddetiyle esse bile, onun idaresinde olduğu müddetçe Amat'ın asla batmayacağından emin olacaktı."

12 Haziran 2011 Pazar

ferahlamak

iki senedir her gece, dinlemeden rahat rahat uyuyamadığım bir şarkı vardı, enstrümantal. iki sene boyunca, bazen yatağımdan kalktığım oldu bazen karşı gelemediğim bir dürtü ile yatmadan evvel dinledim. bir rutine dönüştü benim için.

bir rutin ki çıplak ayak toprakta dolaşmak gibi. bütün sıkıntının, öfkenin vücudundan öylece akıp gittiğini düşün, aynen öyle.

bu akşam, dinleyecek bir şarkı bulma umuduyla müzik klasörüme bakarken işte bu şarkıya takıldı gözüm ve ben bu akşam o şarkıyı dinlemeyi istemedim. şimdi düşünebilirsin, "niçin seni sıkıntından kurtaran bu şarkıyı dinlemeyi bıraktın?".

ilk bakışta böyle bir rutine sahip olmak güzel bir şeymiş gibi gelebilir, ancak değil. insan niçin böyle bir şeye ihtiyaç duysun ki? beni sıkıntımdan kurtaracak bir şeye ihtiyaç duymuyor olmam, işte bu güzel bir şey.

ve bunca zaman içimde büyüyen sıkıntının, yerini nihayet huzura bırakmış olması...

işte bu daha da güzel bir şey.