31 Temmuz 2010 Cumartesi

uzun zaman sonra...

onca zaman sonra, yeniden bir kısa film senaryosu yazdım. hiçbir şey yazamamaktan şikayetçiyken birden bire böyle bir işe girişip, beklediğimden daha başarılı olmaktan ötürü gurur ve mutluluk duyuyorum.

ŞİMDİ BURADA BÖYLE BÜYÜK BÜYÜK HARFLERLE SÖYLEMEK İSTİYORUM Kİ TÜM O SENARYO YARRAK GİBİ OLDU.

peki gurur ve mutluluk duyduğum başarı bunun neresinde? hemen söyleyeyim, dün başlayıp bugünkü çalışmamla beraber toplamda 6 saatte yazdığım 5 sayfayla bu işi bitirebilmiş olmam "üretme kabızı" olduğum şu dönemde büyük bir başarı benim için.

kötü olmasının sebebi ise o 5 sayfayı 6 saatte yazmış olmam esasen... ortaya çıkan şey henüz bir bebek ve çokça yeniden dokunuş istiyor. tüm o dokunuşların ardından da tüm o kirin altından parlayan bir yüz çıkacak gibi duruyor.

bu konuda yanılıyor olabilirim. ortaya çıkan şey belki vasat bile olmayabilir, ancak dediğim gibi bazı noktalardan bakıldığı zaman iş görebilecek bir şeyler çıktı ortaya...

üzerinde çalışılabilecek, oynanabilecek, düşünülebilecek şeyler...

27 Temmuz 2010 Salı

ikili ilişkiler

bugün artık iki kişi arasında olan değil, ikişer ikişer tüm dünyaya yayılan ilişkiler oluverdiler.

bak, iyi dinle.

iki kişi arasında kalmıyor ya artık, iki kişi arasında kalması gereken... hah işte bu senin suçun. ne zaman ki bir diğeriyle aranda olan biteni, hiç alakası olmayanla paylaştın; işte o zaman bozuldu her şeyin büyüsü. bir üçüncüye yer olsa "ikili" denir miydi ikimiz arasında olana?

ne zaman ki bir üçüncüye başladık anlatmaya aramızda olan biteni, işte o zaman değerini yitirdi her şey... her şey bir yana da nasıl düşündün diğerlerinin bizim ile ilgili olanı anlayabileceğini? yazık... ondan sonra da senin ya da benim yerime karar verir oldular...

yalnız kendini içine attığın bir tuzak var ki göremiyorsun.

sen kendini tutmadın ve çeneni açtın... hani hiç düşünmedin anlattığın kişinin de anlatacağını. -ve bu her zaman böyle olur- benim de duyacağımı.

bir kişinin iki kişinin üç kişinin bilmesi ya da bilmemesi değil mesele. ikimiz tutuyorduk biz sırrımızı.

aleni olanı dile getirmemekti bir sırrı sır yapan. dile getirdin ve sır artık "bugünün haberi" haline geldi. ben de her şeyi yeniden dinledim, haberleri dinler gibi.

iki kişinin arasındaki ilişki mi? buna benden başka değer veren var mı ki?

birinin dilinden diğerine... gezdikçe değişti gerçekler. ben hatırlıyorum her şeyi de kimseye anlatamıyorum ki gerçekten olanları, neler hissettiğimi veya neyi niçin yaptığımı...

kimse de sormuyor zaten...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

yazar kilitlenmesi

"yazamamak" eyleminin psikolojideki karşılığı.

jerome david salinger... ünlü edebiyatçı en bilinen eseri "çavdar tarlasında çocuklar"ı yazdıktan sonraki 40 sene boyunca bir şey yayımlamamıştır. 74'ten bu sene ocak ayında vefat edene dek de röportaj vermemek için direnmiştir.

moby dick'in yazarı herman melville, yazdığı üç romanının ardından tanınırlığını yitirir olmuştur.

californication dizisinde hank moody, secret window filminde mort rainey'nin yaşadığı durum...

bunu neden anlatıyorum? çünkü aynı durumdan muzdaribim ve benim derdim bunların çok da ötesinde... hayır, hiç de abartmıyorum. abarttığımı düşünen, içinden "bunun götü kalkmış" diyip gülen varsa şimdi siktir olup gidebilir ve yazının devamında yapacağım açıklamaları da okumakla zaman yitirmemiş olur.

yazının başından beri bahsettiğim yazarlarla bir benzerliğim olduğunu ya da onlar kadar iyi bir yazar olduğumu bırakın bir yazar olduğumu bile iddia etmiyorum. hep söylediğim gibi ben sadece "yazmak" eylemini yapan bir insanım ve eğer "yazarım" diyorsam bu eylemi geniş zamanda çektiğimden ötürüdür. her neyse.

durumun vehameti ise şuradan gelmekte. bahsettiğim yazarlar kendilerini kanıtlamış, tarihte iz bırakmış olan insanlardır. oysaki benim henüz elle tutulur hiçbir çalışmam yok ve üstüne yazamıyorum. kulağa trajik gelmiyor mu? size göre belki hayır, ama -haliyle söz konusu benim hayatım olunca- bana göre evet...

bu yaptığım da yazmak, belki ama bu her okur yazarın yazabileceği tarzda bir yazı. nedir ki iki google araması yap, sonra gel aşikar olanı anlat. yoo dostum, yoo.

bunca zaman iyi kötü bir şeyler yazdım. aralarında binlerce beğenmediğim oldu. bir kaç tane de beğendiğim... şimdi beğenmediğim bir şeyler bile yazamıyorum... yazdıklarım da -dediğim gibi- ancak her okur yazarın yazabileceği seviyede... bir facebook kullanıcısından, bir twitter kullanıcısından daha fazlasını yazamıyorum.

yapabileceğim hiçbir şey yok.

okuyanlarda "he he çocuk heves etmiş bir şeyler yazmış. aferim en azından çabalamış." etkisi uyandırmaktan korkuyorum. yazdıklarımı açıp okuduğumda ben böyle hissediyorum...

16 Temmuz 2010 Cuma

bilmiyor, sadece tahmin yürütüyoruz...

ve bu da can sıkıcı.

bugün, kimse ilişkisini bir diğerini anlamak üzerine kurmuyor. aksine, zaten bir diğerini anladığı varsayımından yola çıkarak kuruyor. "böyle yapıyor ki kendimi kötü hissedeyim.", "hah, hadi be! dediği kadar düşünseydi...", "onun derdi belli..."...

"ne biliyorsun kötü hissetmeni istediğimi? ne biliyorsun hiç düşünmediğimi? ya derdimi? hiç sordun mu ki bileceksin tüm bunları?"

ya da

"hiç benden duydun mu, seni sevmediğimi?"

ikili ilişkiler (ki bununla ilgili de söyleyeceğim çok şey var ya neyse, o farklı bir yazının konusu olacak.) bir günden diğerine hızla değişmeye başladı. bunu engin bilgi ve birikimlerime dayanarak değil, 20 yaşında bir üniversite öğrencisi olarak söylüyorum. siz düşünün gerisini...

sormayı ve dinlemeyi bıraktık, evet, sözler ucuz. pekâlâ ne zaman bıraktık yine de sormayı, cevapları dinlemeyi, anlamayı... yalanlar mı anlattılar da, yoksa söylediklerini duymak mı istemedik de bıraktık. belki de hiç umursamadık cevapları. hayır hayır... bir tek bu olamaz bunun sebebi.

evet, sözler ucuz; fakat sadece dinlenmiyorlarsa...

ve hayır, bilmiyorsun hiçbir şeyi. nereden bileceksin ki?