2 Eylül 2012 Pazar

meslek hastalığı

insanın bir şeyleri iyi yapabiliyor olma güdüsü, bir işe yaradığını hissedebilme isteğinden kaynaklanıyor olabilir. işe yaramayan insan, parazitlerin karakteristik özelliklerini göstermiyorsa eğer, bundan rahatsızlık duyacaktır. yaşlı eskimoların kendilerini ölüme terk eden çocuklarına tepki göstermemelerini de buna bağlayarak inanılmaz bir sosyolojik çıkarımımı bilim dünyasına da armağan ediyorum.

bir işe yaradığını hissetme isteğiyle hareket etmenin bir getirisi, insanı eğitimini aldığı işi en iyi yapan yanılsamasına düşürmek oluyor. yani sinema televizyon okuyan sanıyor ki bu zanaatın en yetkin kişisi kendisi (önce iğne demişler...), bilgisayar mühendisi sanıyor ki bilgisayardan en iyi anlayan kişi kendisi, felsefe okuyan sanıyor ki hayatın anlamını çözmüş ve artık tek ihtiyacı olan zırvalarını dinleyecek müritler...

bir tartışmanın ortasında "ben x okuyorum" argümanını duyduğunuzda, bu bahsettiğim meselenin cümle içinde kullanılmış halini göreceksiniz.

yazının akışını bozan cümleyi de yazdığıma göre, meseleye dönebilirim. bu bahsettiğim, kendini eğitimini aldığı şeye en hakim zannetme sanrısı en çok sosyal bilimlerde görünür. az evvel örnek verdiğim felsefe gibi. hatta daha da iyisi, "terzi kendi söküğünü dikemez" atasözümüzün vücut bulmuş hali olan psikologlar, psikoloji okuyanlar gibi.

bahsi geçen durumlar için, psikoloji öğrencileri sohbet ederken en dikkat edilmesi gereken öğrenci tipi. genellikle house m.d ile de beslenen bu tip, nasıl olmuşsa insanın karışık doğasından bihaber hale getirilmiş ve karşısındakinin bir insan değil de içgüdüleriyle hareket eden bir maymun olduğuna inandırılmıştır.

niçin böyle söylüyorum? şundan ötürü: bir sefer, psikoloji okuyan bir arkadaşım ile intihar ve intihara bakış açımdan bahsetme gafletinde bulunmuş ve hatta alıntıyla "eğer intihar etme fikrine sahip olmasaydım çoktan kendimi öldürürdüm." gibilerinden bir alıntı da yapmıştım. cümleme noktayı koyamadan bu arkadaş aynı hızla bütün klinik çıkarımları kafasında yapmış ve beni çözümlemeye koyulmuştu. intihar fikrinin öyle ya da böyle her insanın aklından geçebilecek bir şey olduğuna inandığımı bile anlatamamıştım. en sonunda diyalog şuna benzer bir şekilde sonlandı:

-depresyondasın sen belli ki...
-hayır işte depresyonda falan değilim. mesele de bu biraz.
-niçin intihardan bahsedip duruyorsun öyleyse? normal insan davranışı değil ki bu. (evet bu konuşmanın bir yerinde arkadaşlarımla bunu konuştuğumdan bahsetmiştim.)
-insanları bu fikre alıştırıyorum.
-intihar edeceksin yani?
-yoo niye edeyim, şimdilik hayat çok güzel. önümde güzel geçeceğini düşündüğüm birkaç yıl daha var ayrıca. manyak mıyım ben kendimi öldüreyim?
-inkar safhası?
-(ebenin safhası! diyemedim ya la...) sen benim ne anlatmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyor musun? yoksa çoktan anladığını sanıyorsun da ondan mı anlaşamıyoruz biz?
-ama...
-tamam neyse gözünü seveyim hayatımda ilk kez bir şey konuşmaya başladığıma pişman oldum. ama gözünü seveyim sen dershaneye hoca falan ol, danışanlarını (gözünü sevdiğim emrah serbes'i) öldürürsün sen...

kendisi beni konuşmaya başladığımızda üzgün sanıyordu, konuşmanın sonunda ise kızgın... halbuki ben konuşmanın başından sonuna kadar bir insanın nasıl bu kadar salak olabileceğine şaşırıyordum.