12 Ağustos 2015 Çarşamba

beni mutlu eden şey

öyle ya da böyle, tüm bunların bir şekilde bitecek olması.

en karanlık sırrım'la başlayıp, beni en çok korkutan şeybeni en çok öfkelendiren şey ve beni en çok üzen şey ile devam eden serinin yeni halkası: beni mutlu eden şey.

insan benmerkezciliğinin yarattığı "ölümden sonra yaşam" mefhumuna uzun uzadıya girip, mercimek kadar aklı olan insanları gücendirerek bana saldırmalarına sebep olmak istemiyorum. zira yorgunum.

ancak bizi bekleyen tek bir şey var, o da hiçlik. ve bu da bir noktada beni mutlu ediyor.

tüm telaşımız, endişemiz, kederimiz, hüznümüz, kavgamız hepsi öyel ya da böyle bir şekilde son bulacak. zaman zaman sesli söylemekten de çekinmediğim üzere, bilhassa benim için tüm bunların nasıl son bulacağını biliyorum. ve bu da -kabul etmek gerekirse zaman zaman huzursuzluk ve mutsuzluk verse de- nihai olarak burnumun ucuna değil de karşı kıyılara baktığımda bana huzur veriyor.

bazen yazarken ne yazdığımın takibini kaçırıyorum. dolayısıyla bir önceki paragrafta ne yazdığımı anlamamış olabilirsiniz. çok da uğraşmayın, ihtimal ki saçmaladım ve geri dönüp düzeltecek kadar takatim yok.

ki zaten ne olsa nihayetinde tüm bunlar bir şekilde biteceğinden, bunun hiç de önemi yok.

ve bu da beni mutlu ediyor.

4 Ağustos 2015 Salı

beni en çok üzen şey

insanlık olarak geldiğimiz noktadır.

en karanlık sırrım'la başlayıp, beni en çok korkutan şey ve beni en çok öfkelendiren şey ile devam eden serinin yeni halkası: beni en çok üzen şey.

insanlık olarak geldiğimiz nokta diyince çok genel oldu ve çok da örneğim var, ancak hemen olmuşlarından seçeyim.

ilk evvela aklıma "içten teşekkür etmek" eyleminin anlamını bana öğreten ağabey geliyor. maçka parkı civarında yürüdüğümüz bir gün, yol kenarında oturmuş bu ağabeyin yanından kendisini görmezden gelip geçmeye kalkıştığımızda; seslenişinden ötürü, üç kağıtçı dilencilerden ya da mendil satan tiplerden olmadığını sezip ve kendisini geçip biraz yürüdükten sonra yiyecek bir şeyler alıp kendisine geri getirdiğim bir gün oldu.

o gün elimdeki poşedi bu ağabeye verdiğimde hayatımdaki en içten, en neşeli ve bir o kadar da ağır "teşekkür ederim"i duydum. bu olayın üzerinden yıllar geçti, ancak hâlâ hatırlayıp sahip olduklarımıza burun kıvırmamızı, birbirimizle alıp veremediklerimizi, dertlerimizi, tasalarımızı sikesim gelir.

bir diğer hikaye ise şöyle...

genç ve güzel hanım kızımız arkadaşlarıyla birlikte eğlenmek için bir mekana gider. içilir, eğlenilir, dans edilir... edilmesine edilir, ancak edilirken ihtimal ki hayatında binbir tribe girip güç bela aldığı profesyonel bir canon makinesiyle, sikiğin teki tarafından fotoğraflandığını fark eder. bunun sorucunda çok da detayına girmeyeceğim sinir bozan, kalp kıran bir takım tartışmalar yaşanır. halbuki bu gibi bir durumda yalnızca bir bira şişesi, bir canon makine bir de kafatası kırılmalıdır; kalpler değil.

işte bu hikayenin böyle bitmiyor olması ve benim olduğum yerde bir insan için böyle bitemiyor olması da beni en çok üzen şeyin bir parçası.

başta da dediğim gibi örnekleri sonsuzluğa dek çoğaltabilirim, ama çoğaltmayacağım. sadece kendimi bir türlü anlatamayışımı, ifade edemiyor oluşumu da eklemeden geçmeyeyim beni üzen şeyler listesine. öyle de kalsın işte.