19 Ağustos 2010 Perşembe

bir sözlükten yapılan sosyolojik çıkarımlar

efendim 2009'un kasım ayından beri itüsözlükte 6. nesil yazar olarak bu platformun bir parçasıyım. sözlük platformuyla alakam da pek çoğumuzun olduğu gibi ortaokul yıllarıma kadar dayanır. yıllarca ekşi sözlük takipçisi olduktan sonra itü sözlükte yazarlığa soyunarak ekşi sözlüğü de terk etmiş bulundum. (special thanx to hocu'm)

efendim her neyse, sözlükler insanların gerçekten sosyal olabildikleri az sayıdaki platformdan biri. ciddi biçimde iletişim içerisinde ve hiçbir zaman bilgisini, birikimini veya tecrübesini bir diğeriyle paylaşmaktan korkmayan insanlardan oluşuyor. yazarlığıma başladığımdan bu yana gözlemlediğim bir takım şeyleri burada paylaşmak istedim.

şimdi öncelikle, sözlüklerde çok büyük bir grup hâlâ bir takım tabuların varlığını sürdürmesi gerektiğine inanırken bu gruba nazaran daha az sayıda olan bir diğer kısmı da tabuların konuşulması, tartışılması gerektiğini savunuyor. girilen girilere bakılacak olursa kimisi için bu tabular "din" ile kimisi için "atatürk" ile sınırlı. örnekler çoğaltılabilir ama bunlar en büyük iki örnek.

bu konuda zıt görüşlü insanların tartışmaları da oldukça hararetli geçmekte. bir yerden sonra gerçekten inandığını savunan insan ile troll olanı ayırt etmek zorlaşıyor. insanlar bir diğerini "orospu çocuğu" diye yaftalamak için can atıyor.

ayrıca sözlük sayesinde tespit ettiğim ve artık gündelik hayatımda da üzerine konuşmaktan kaçınacağım bir takım konular var. bunlardan bir tanesi futbol. ilk statümü aldığımda 270 ile 300 arasında değişmekteydi. ne zaman futbol ile ilgili giri girmeye başladım, işte o zaman statüm düşmeye başladı. bir noktadan sonra bir diğer insanın malca yazdığı girilere cevap maiyetinde girdiğim giriler yüzünden statüm -400leri buldu.

bu tarz girilerimden ötürü hakaretler işitmeye, ağır küfürler yemeye başladım. hayır, bunu platform içerisinden mesaj ile yapmaya cesaret edemedi kimse. zira böyle bir şey olduğunda ve şikayet ettiğimde cezası uçurulmaktır. bu işi insanlar formspring.me sayfama anonim sorarak yaptılar. bildiğin salak adam işi. yani bilemiyorum, sağlıklı bir insan alenen trollük ettiğim bir giri yüzünden tüm girilerimi arayıp formspring.me sayfamı bulup oradan küfretmeye kasmaz. şu anda 1200 küsur girimin olduğu düşünüldüğünde daha da hasta adam işi geliyor kulağa.

neyse efendim, daha söyleyeceklerim vardı aslında ama yazı uzadıkça unuttum. zaten bayağı da yoruldum. yeter bu kadar. alın işte bu yazdıklarım birebir hayatın yansıması olan bir platformda benim gözlemlediğim şeyler. bahsettiklerimin gerçek hayatta ne şekilde tezahür ettiklerini tahmin etmek zor olmasa gerek.

esenlikle kalın.

blog yazmak

en temel internet yayıncılığı. bu konuda benimle aynı fikirde çok insan var mıdır bilmiyorum, ilgilenmiyorum da...

popüler kültürün en kıymeti bilinmeyen üyesi. pek çoğumuzun vardır muhakkak ki açıp birkaç gün gönderi yayınladıktan sonra unutup gittiği bir blogu. devam ettirebilenlere ne mutlu.

ayrıca da herkesin elinde oyuncak olmasından rahatsız olmayacağım tek şeydir bloglar. hepimiz insanız (aşağı yukarı) ve kendimize ait bir yere ihtiyaç duyarız. insanın akli dengesini sağlamak için çok da işe yarar şeyler aslında. anlatıyorum, rahatlıyorum işte bu kadar basit bir sebepten ötürü seviyorum.

her neyse. esas bahsetmek istediğim, blog yazan insanın düştüğü klişeler. bu klişelerden biri var ki "blogdan kız düşürme" sevdalısı gençler tarafından hunharca ırzına geçiliyor. dört senedir farklı bloglarda yazan ve son 1.5 senedir bunu düzenli olarak yapan birisi olarak söylemek istiyorum ki BLOG YAZARAK KIZ DÜŞÜREMEZSİNİZ. düşeninden de hayır gelmez. o yüzden şimdi, efendi efendi bu yazıyı okumayı bırakıp siktirin gidin. hoşlanabileceğinizi düşündüğünüz güzel bir kız ile iletişim kurmaya çalışın. sağda solda da "bi kız düşürdüm abi" diye anlatmaya kalkmayın. açık konuşuyorum. sikerim.

evet, kaldık mı biz bize? güzel.

şimdi bir paragraf evvel bahsettiğim klişe neydi? bunun sözlüklerde bir karşılığı (henüz) yok. kısaca açıklamaya çalışacak olsam, gönderilerinde cool bir hava yaratma şeyisi diye tanımlardım. bu gönderilerde bir depresiflik bir sıkıntı vardır ve okuyan kişide "vay be, adam kim bilir ne acılar çekti..." etkisi yaratması beklenir. öncelikle söyleyeyim, blog bu tür yazıların (çok sayıda olsalar da) paylaşıldığı bir platform değil.

yani tabiki anlayabiliyorum, içinde bulunduğunuz ortamda sürekli gülümseyen neşe dolu bir insanmış gibi görünüyor olabilirsiniz. ancak her insan gibi sizin de bir takım inişleriniz vardır ve blogunuz bu yalnız kaldığınız zamanlarda sahip olduğunuz tek şeyiniz olduğundan içinizi buna dökersiniz. ancak sadece sürekli bir depresif hâl takınmak hem blog tutmak eyleminin yanlış tanınmasına, hem de biz blog yazan kişilere ilginç bir bakışın oluşmasına sebep oluyor. yapmayın.

işbu gönderi "yeni başlayanlar için blog yazmak" maiyetinde bir gönderi oldu; fakat amaç bu değildi. sadece blog olayına yabancı olan insanları biraz olsun yakınlaştırabilmek, "bu ne ola ki?" diyen kişilerin kafasındaki soru işaretlerini azaltmaktı amacım.

nitekim blog iyidir, tutun tutturun okuyun okutun ki bize de okuyacak bir şeyler çıksın. hadi bakalım.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

internet'in vatandaşlık hakkı olması!

kaynağım oyungezer dergisi... hayalim de hepimizinki gibi...

oldum olası gidip görmek isteği dışında iskandinav ülkelerinin hiçbirine ayrı bir sempatim olmamıştı. ancak son zamanlarda finlandiya acayip biçimde göze batar oldu. en son fc helsinki - beşiktaş eşleşmesi vardı. şimdi de daha ciddi bir mesele olarak da bu.

finlandiya'da, 1 temmuz itibariyle yürürlüğe giren yasa ile internet de su ve elektrik gibi insani bir ihtiyaç olarak görülüyor ve HİÇBİR KOŞUL ALTINDA KESİLMESİNE İZİN VERİLMİYOR.

bizim ülkemizde hâlâ eğitim hakkı bile, bir dakika bir dakika sikeyim eğitim hakkını YAŞAMA HAKKI bile korunamıyor. en temel hakkın bile suistimal edilebiliyor oluşu dururken ben nasıl bir yavşağım ki finlandiya'nın bu yasasına ağzımın suyu akıyor?

tabi tüm bunlar dururken henüz yapılan sansüre karşı yürüyüşten falan hiç bile bahsetmiyorum.

her neyse kısaca toparlayayım. hiçbir zaman yabancı millet dalkavuğu olmadım, faşist ise hiç olmadım. yurt dışında tesadüfen bir türk'e rastlasam çocuk gibi sevinecek kadar da milliyetçi olduğum söylenebilir. ama gelin görün ki bir türlü finlandiya'da yaşayan finlerin, devleti tarafından sevildiği kadar; türkiye'de yaşayan bir türk olarak, kendi devletim tarafından sevildiğimi hissetmiyorum.

işte ben böyle bir yavşağım.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

uzun zamandır yapmak istediğim

bir şeyi yaptım. taa lise yıllarımdan beri aklımda olan bir hikaye vardı. "bundan çok güzel kısa film olur lan" diyip duruyordum kendi kendime. son bir haftadır inat ettim aldım elime kitabı oturdum yazdım.

hikaye senaryolaştı ve geriye keyifli olan kısmı kaldı sadece. ekranda nasıl görüneceği üzerine değişiklikler...

mesele o değil de üniversiteye başlamadan önce yaptığım ne varsa hepsini bırakmıştım istanbul'a geldiğimden beri. şimdi hepsini teker teker geri alıyor gibiyim. çook önceden yapmak istediğim şeylerden bir tanesini tamamlamış olmak da şu anda bana ayrı bir keyif veriyor...

negzel lan her şey, eski günlerdeki gibi.

o değil de bokunu çıkarıp "hurin'in çocukları"nı mı senaryolaştırsam.

(siktir git dediğinizi duyar gibi oluyorum, ne var lan ibneler? herkesin hayalleri kendine... "hurin'in çocukları"ndan da çok güzel senaryo olur.)