23 Aralık 2011 Cuma

gsü, ben fazla kalmayacağım

acısıyla tatlısıyla 4'üncü sene...

ben, defalarca bulunduğum yerden şikayet etmiş biri olarak, şaşırmıştım kendimi galatasaray üniversitesine böylesine ait hissetmeyi. gerçi çok da şaşılacak bir şey yok bu durumda, malumunuz bir güzel şehrin, en güzel yerine okul yapmışlar.

ancak dışarıdan bakana çok güzel, içeriden bakana hüzünlü.

anlatmak istediğim noktaya gelmeden önce, biraz evveline dönmek gerek. insanların eylemleri, onların yerine konuşur. buna inandım. bu yüzden yaptığım işlere hep dikkat ettim. ince eledim, sık dokudum. çünkü bir kere eyleme geçtiğiniz vakit, artık inkâr mümkün değildi.

neden bahsediyorum? fikri haklarına sahip olduğum her şeyden. bir sinema televizyon öğrencisi olarak, sahip olabileceğim şeyler yani. hala idealist olarak harcayabileceğim birkaç senem varken önümde, bunu en iyi şekilde değerlendirmek istedim, istiyorum. bu yüzden bu zamana kadar da ne yapmam gerektiyse, bunun benim bakış açımdan kabul edilebilir bir şey olmasına dikkat ettim. şu ana dek, iyisiyle kötüsüyle benim diyebildiğim tek iş de dijital radyo uygulamaları dersim için hazırladığım istanbul film festivaliyle âlâkalı ve tabiri caizse "out of date" olan radyo programım oldu.

şimdi bir de televizyon programcılığı dersi için çekeceğimiz televizyon programı var. az evvel bahsetmeye çalıştığım tüm konular bunun için de geçerli. yani göğsümü gere gere "ben bu programın yapılmasında şunu yaptım." diyebileceğim bir şey olsun istedim. kendi program önerimi ona göre tasarladım ve verdim. daha güzelini ve daha sosyal sorumlusunu düşünen bir sınıf arkadaşımın programına tabiri caizse yamandım. çünkü yapılacak iş daha ciddiydi.

uzadıkça uzadı, biliyorum. ama bahsetmeden de edemeyeceğim. konu cumartesi anneleri. yani öyle çok bilgi sahip olduğum bir mesele değil. aslında ana akım medya pek ilgi göstermese de yine de öyle orjinal bir konu da değil. dinlemeyen kulaklara rağmen seslerini bir şekilde duyurabilen insanlar bunlar ve yapacağımız programın çok özgün bir şey olacağını da düşünmüyorum. ancak önemli olanın bu olduğunu da düşünmüyorum. yapılabilecek pek çok -ve göreceli olarak daha kolay- şey varken bu konuya eğilecek olmak, bu konuda bir program yapmak beni heyecanlandırıyor. yani tam da istediğim gibi keyifle anlatacağım bir şey olacak.

şimdi yazıya gsü'yle girip konuyu buraya getirmemin sebebine dönelim. bahsettiğim program, yarın çekilecek. bunun için de ekipmanlarımızı iki gün evvelden aldık. kamera, tripod, mikrofon, ışık... binlerce liralık ekipman... bu günden evvel adam akıllı el süremediğimiz ekipmanlar bunlar. tüm bunların yanında da sevgili okulumdan  "kırarsanız ödersiniz." şeklinde gelen "ha bir şey oldu, ha olacak" korkusu. bir de verilmeyen ekipmanlar var ki "gg" korkusuyla onu es geçiyorum şimdi.

ekipmanın taşınması zor olacağından paylaşımı yaptık. kamerayı da ben aldım eve geldim. ses, görüntü ve lüzumlu ayarları öğrenmek için test yapacağım sözde... çantanın fermuarını açıyorum, ilk önce bir elim titriyor. bilinçaltıma sıçıyorum korkudan. bir duruyorum sonra. "oğlum orhun" diyorum, "sen 22 yaşında sinema derdine düşmüş bir adamsın, çaresi yok çekeceksin eğ başını yürü usul usul."... ekipman milyarlık, zihniyet "23 centlik asker" zihniyeti. ekipman kadar kıymetin yok okulunun gözünde. kamerayla denize düşsem, çıkıp okula gelsem, "nasıl kurtuldun?" demezler, "kamerayı kurtaramadın mı?" derler. parasını da alırlar. öyle bir duruş var.

her neyse, yazdıkça yazdım. durum şu ki, ben bu tavır karşısında bu programı yapmak zorunda olmasam "siktiret" diyip yapmayacak noktaya geldim. neredeyse şükredeceğim zorunda olmak haline... yalnız düşünmeden de edemiyorum, ya bir gün içimden geldiği için yapmak istediğim bir şey olur ve ben bunu sırf hevesimi kıran sevgili okulum yüzünden yapmaktan vazgeçersem ne olur?

bu kadar uzun yazı yazdım ve bir bok anlatmadım. neyse gsü, kodumu söyleyeyim mi kodumu?

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder