21 Mart 2010 Pazar

bir efsanenin düşüşü: max payne

oyunu oynadığımda kaç yaşımdaydım hatırlamıyorum; fakat film noir tadındaki atmosferi ve çizgi roman şeklindeki geçişleriyle max payne, klasik hikayesini görülüp görülebilecek en iyi şekilde işliyordu.

trençkotlar, sık sık yakılan sigaralar, yozlaşmış ve renksiz bir şehir... beyaza en yakın -fakat beyaz olmayan- şey ise yağan kar ve tüm bunların arasında intikam yemini etmiş bir polis.

hikaye içerisinde bir insanı karakterin intikam yeminine ortak etmeye yarayacak tüm öğeleri barındırıyor. eşinin katledilişi yetmezmiş gibi kundaktaki bebeği de katlediliyor max'in ve olayın arkasındaki sır perdesini aralama isteği ile beraber inanılmaz bir istek duyuyorduk oyunu oynamak için; ancak film için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.

bir saat kırk dakika içersinde fazlaca hızlı bir biçimde anlatılıyor max'in hikayesi. oyunda etkileyici ne varsa, filmde o yok. oyundaki etkileyici film noir havası yok mesela... film noir'ın olmazsa olmazı femme fatale var, ama bu da o ışıl ışıl şehrin silüeti görülünce kaybolup gidiyor.

wahlberg'den beklenmeyecek derecede ruhsuz bir oyunculuk da üstüne eklenince, hayaller yıkılıveriyor. max payne, acımasız; fakat asla ruhsuz olmadı...

bir başka oyunun filmi olsaydı eğer, beğenebilirdim. gelin görün ki söz konusu max payne gibi bir efsane olunca çıta oldukça yükseliyor...

Orhun Kayaalp

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder